Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de mevcut olan veya Hz. Peygamber’in öğerettiği hemen hepsi “Subhanallah” lafzıyla başlayan tesbih cümlelerinin, gerekse mutasavvıflarla ulemânın tertip ettiği yine başında bu ibarenin yer aldığı mensur, manzûm, yarı manzûm, pek azının nâzımı ve tertipleyicisi belli, çoğu Arapça güftelerin İlahi formunda bestelenmiş şeklidir. Ayrıca cemaatle kılınan farz namazlarda selam verildikten sonra müezzinler tarafından ses mûsikîsine dayalı olarak yürütülen, tesbih çekme ile duâyı da içine alan kısaca “Tesbihat” adı verilen dini merasim de bu çerçevede ele alınmalıdır.
Aslında bestesi belli olmayan, takip edilen makam seyri, icra tarzı ve tavır yönüyle tamamen müezzinlerin mûsikî bilgisi ve kabiliyetine dayalı bu geleneksel icraata Mehmet Suphi Ezgi “Mahfel Sürmesi” adını vermiştir. Namazlardan sonra yapılan tesbih merasimine ve bu merasime mahsûs olarak ezgilenmiş olan esere “Mahfel Sürmesi” denilmektedir.
“Mahfel Sürmesi” ile namazlardan evvel okunan iç ezanın ilk uygulayıcısının, III. Sultan Ahmed zamanında Eyub Sultan Camii baş müezzini Abdülgâni Gülşenî olduğu, El âsari’l Mecîdiyyeti fî Menâkıbi’l Halidiyye” adındaki mecmûada yazmaktadır. Burada yazılan bilgilere göre, Şeyh Abdülgâni’nin sesi ve okuyuşu çok güzel ve tesirli olduğu için III. Ahmed her hafta Cum’a namazı için Eyub Sultan’a gidermiş. Şeyhin mûsikîye vukûfu olduğu için bu Sabâ makamında bestelenmiş olan “Mahfel Sürmesi”nin bestecisinin de kendisi olduğu kolayca tahmin edilebilir. Farz namazlarından (Sabah ve ikindi) hemen sonra tesbih duası başladığı için, imamın selam vermesini müteakib müezzin: “Allahümme ente’s-selâmü ve minke’s-selâm tebarakte ya ze’l-celâli ve’l-ikrâm…” der ve kısa bir aradan sonra müezzin tekrar “ ‘alâ Rasülinâ salevat” der. Akşam namazı dışındaki diğer vakitlerde müezzin burada yüksek sesle, fakat lâhinsiz olarak bir salât okur. Bu salâtın adına “Salât-ı Münciye” denir (kurtaran, kurtarıcı anlamındadır).
Ahmet Şahin AK, Türk Din Mûsikîsi, Akçağ Yayınları, Ankara 2009, s. 88-90